top of page
Ara

YETİŞKİN BAKIŞI VE ÇOCUKLUK - II

  • Yazarın fotoğrafı: Erman Bostan
    Erman Bostan
  • 23 Haz 2020
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 19 Ağu 2020

Batılı anlamda çocukluğun kuruluşu ya da günümüzde anladığımız ve belirli kodlarla günlük yaşantı içerisinde (ve medya gösterilerinde) temsil ettiğimiz ‘doğal’ çocuk örüntüleri, 16. yüzyılın başlangıcına kadar geri götürülebilecek bir geçmişe dayanır. Bu doğal çocuk imgesi çeşitli kesinti ve süreklilikler içerisinde sanayii devriminin karanlık sonuçlarında hayatta kalacak ve nihayetinde Rönesans’ın bir düşlemi olarak insan doğasının henüz bozulmamış, kirlenmemiş bir saf ilk-imgesi olarak zihinlere yerleşecektir.



Kant ‘’What is Enlightenment?’’ adlı denemesinde, uygarlığı eğitilmesi gereken çocuksu bir varlık olarak görmekte, uygar toplumu ‘’erginleşmiş’’ bir toplum olarak kutlamaktadır (Kant, 2009). Çocuğu bir tür doğal insan olarak gören Rousseau’ya (2016, s.110) göre çocukların gereksiz güce sahip olmak şöyle dursun, doğal ihtiyaçlarını karşılama gücüne dahi sahip olmadığını, dolayısıyla güçlerinin engellenmemesi gerektiğini, buna karşın zekada, güçte, bedensel gereksinim nitelikli her şeyde yardıma ihtiyacı olduklarını belirtir. Fakat bu tür bir çocuk birkaç yüzyıl daha geriye gidildiğinde var olmayan bir ‘doğal’ çocuk anlayışını yansıtmaktadır. Fatih Sultan Mehmet Osmanlı Devleti’nin, Romulus Agustus ise Batı Roma İmparatorluğu’nun başına geçtiğinde henüz 12 yaşındadır ve devlet yönetiminde karar alma mekanizmalarıyla bugün ‘çocuk’ denilebilecek yaşta tanışmışlardır.


Çocukluğun bir kavramsal inşa süreci olarak tarihiyle ilgili çalışmalar, bu alanda en çok atıf yapılan isimlerden olan Fransız tarihçi Philippe Ariès’in 1962 tarihli çalışması Centuries of Childhood’a dayanır. Ariès’e göre, Ortaçağda herhangi bir çocukluğa yer yoktur. Bu yaklaşımı, dönemin resimlerinde 12. yüzyıla kadar hiçbir çocuk imajının olmayışı ve minyatür sanatı içinde çocukların yetişkinlerle benzer kıyafetler giyen, benzer fiziksel görünüşlere sahip ‘’küçük insanlar’’ olarak temsil edilmesi gibi olgulara dayandırır. Bunu bir ihmal ya da yetersizlikten çok ‘çocuk kavramının’ yokluğuna bağlayan Ariès, 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca süren psikanalizin yükselişi ve gelişim psikolojisinin tanımladığı çocukluk imgesinden çok farklı bir portre çizer ve çocukluğun bir sosyal inşa süreci olarak görülmesi fikrini ilk defa ortaya atar.


Heywood’a (2001) göre Ariès, çok geniş bir bağlamda değerlendirilebilecek çocukluk kavramını sadece resim ve minyatür sanatındaki yokluk üzerinden açıklamaktadır. Ortaçağ resmi sadece çocukluğu değil kutsal hikayeler ve dini konular dışında pek çok şeyi de resmin dışına itmiştir. Üstelik Heywood’a göre Ariès Orta Çağ’da hiçbir çocukluk bilinci olmadığına dair fazla kolaycı açıklamalar yapmakta, çocukluğun özel bir doğası olduğuna dair düşüncelerin varlığı yok sayılmaktadır. Örneğin Orta Çağ’da çocukluk, doğumdan 21 yaşa kadar üç aşamaya ayrılmaktadır. Cunningham (1996, s.27), Orta Çağ tıbbında bazı çocuk hastalıklarının, yetişkinlerden ayrı ve farklı ele alındıklarını, 7 aylıktan 2 yaşına kadar aciz ve bağımlı, yetişkinlerden çok şey bekleyen, oyun oynayabilecek varlıklar olarak görüldüklerini belirtir.


Dinler içerisindeki çocuk imgelerinin izini süren Sandler’e (1996) göre çocukluk hemen hemen tüm dinlerde yetişkinlikten farklı bir varlık olarak temsil edilmektedir. Örneğin, çocukların yetişkinlerden farklı sosyal, yasal, dini ve cinsel hak ve zorunlulukları vardır. Onların sosyal, dini ve etik davranışları yetişkinlerden farklı bir biçimde değerlendirilir. Buna karşılık doğuştan gelen özellikleri bakımından çocuk, örneğin İslam’da saf, günahsız doğarken Hıristiyanlık için günahla ağır bir biçimde kirlenmiş, atalarının günahlarıyla lekelenmiş olarak doğduğu kabul edilir. Böylelikle birinde tıpkı bir fidan gibi çocuğun doğal gelişimi için uygun bir çevre, doğru bir toprak anlayışı anlamında ebeveynin rolü pedagojinin merkezine otururken, diğerinde çocuğun doğal istek ve eğilimlerine karşı mücadele etmeyi öğretme anlamında denetim çocuğun yetiştirilmesinde merkezi bir önem kazanmıştır. Yine de hemen hemen tüm dinlerde Tanrı, bir baba, insanlarsa onun çocukları olarak görülür. Bu bakışın farklı yorumları ve çeşitlemeleri olduğu kadar ‘Baba ve evlatları’ imgesi neredeyse evrenseldir. Freud’a göre (2002) dinin ve tanrı fikrinin kökenlerinde ilkel klanda babayı katleden, sürüden atılmış evlatların suçluluk bilinci vardır: ‘’herkesin tanrısı kendi babasının suretindedir’’ (2002, s.204). Çocuk imgesi, masumiyeti, alçak gönüllülüğü, saflığı, merakı, hassasiyeti, tazeliği, hesaplanamazlığı, basitliği, dar ihtiras ve amaçlardan yoksunluğu ve az çok benzer yüce değerle ilişkilendirilir. Fakat aynı zamanda benmerkezcilik, hamlık, kararsızlık, bönlük ve bilgelikten uzaklık gibi dini yaşamda üstesinden gelinecek özelliklerle de temsil edilir.


Günümüzdeki çocukluk imgesinin kökenlerinde modernite olgusuna bağlı dinamikler yatmaktadır; 17. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde, eski kullanımların daha bağımlı toplumsal sınıflarda sürerken orta sınıfta kelimenin modern anlamıyla bir ‘çocuk’ yaklaşımına dönük farklı bir kullanımın ortaya çıkmaya başladığı görülür. Çocukluk fikri, bağımlılık fikrine bağlanır: ‘’oğullar’’, ‘’uşaklar’’ ve ‘’oğlanlar’’ kelimeleri boyun eğme sözcükleri olarak kullanılır. Bir kişi çocukluktan sadece bağımlılık durumu sona erdiğinde kurtulur ya da en azından bir miktar bağımsızlık kazanması gerekir (Ariès, 1962, s.26).


Türkçedeki ‘’evladım’’ ya da ‘’oğlum’’ seslenişlerine benzer kullanımlar biyolojik bir evreye işaret etmemektedir. Feodal boyun eğdirmenin bir parçası olarak kullanılmaya devam eden ve bağımlılık fikrinin bugün de yaşamasını sağlayan bu tip söylemler ‘’güle güle evladım’’ ya da ‘’çocuk, git bana şunu yada bunu getir!’’ gibi emir ve sesleniş cümlelerinde yeniden üretilmektedir. Bu anlamda aslında çocukluğun kuruluşu modernitenin yeni bir güç ilişkisi tarifi olarak da görülebilir. Heywood’a (2001) göre çocukluk, biyolojik bir gelişim evresine işaret etmekle birlikte, tarihsel, coğrafi, ekonomik ve kültürel yapılar tarafından yeniden tanımlanarak dikkat çekici ölçüde yetişkin beklentilerinin bir fonksiyonu olarak inşa edilmektedir.


Holland’a (2004) göre ise çocuklar, yeni inşa edilen orta sınıf gettolarında, ticaret ve çalışma dünyasından izole edilmiş evlerde, korunaklı bir yaşamın parçası haline getirilmiş, çocuklarla evde vakit geçirmek eğlenceli bir boş zaman aktivitesine dönüşmüştür. Çağdaş çocuk imgesini anlamak için 19. yüzyıl ortalarındaki yeni müreffeh orta sınıf arasında kök salan bir korunaklı çocukluk imgesine bakmak gerekmektedir. Holland bu modern çocukluğun bir tür ‘yetişkin bakışı’ çerçevesinde inşa edildiğinden bahseder. Yetişkin bakışı, çocukları onlardan beklenen mekanlara yerleşmeye ve onlardan beklenen desenlere uydurmaya çalışır. Bakışın ikili bir yönü vardır: keyif ve güç. Güç yetişkinlerin yaşam hakkındaki üstün bilgilerinden gelir, keyifse çocukluğun güzelliği ve etkileyiciliğinden. Yetişkin bakışına göre, çocuklar bu gücü kabul etmeli ve keyif vermelidir. Masumiyetlerinin parıldamasına izin vermelidir. Ancak, yine Holland’a göre, romantik masum kültü, çocukluğun çürümesiyle ilgili endişe yaratmaya başlarken, çocuk hayatının tüm dünyada yapılacak bir rasyonel araştırması her gün, genelde aşağılayıcı ve derinden şok edici koşullar ortaya koymaktadır. Çocukluk, her zamankinden daha fazla değerlidir, ancak ya kriz halinde ya da ölmekte olarak algılanmaktadır (2004, s.9-12).


Bu bakış açısı Neil Postman’ın Çocukluğun Yokoluşu’nda (1995) kapsamlı bir biçimde savunulmaktadır. Postman’ın ‘medya etkileri’ alanında görülebilecek çalışması, çocukluğu matbaanın bulunuşuyla ortaya çıkan ve elektronik çağda yok olan bir sosyo-kültürel olgu olarak ortaya koymaktadır. Postman’a göre hareketli matbaa yeni bir simgesel dünyayı yaratarak ‘’çocukluk’’ düşüncesinin oluşmasını sağlamış, çocuklar yetişkin dünyasından kovularak, onlar için tasarlanan simgesel bir evren olarak ‘çocukluk dünyası’na hapsedilmiştir. Yetişkinler çocukların simgesel çevresi üzerindeki üstünlükleriyle ve onların da yetişkin olabilmesinin koşullarını yaratarak çocukluğu inşa ederler.


‘’Güçlü bir bireysellik duygusu, mantıksal ve ardışık olarak düşünebilme kapasitesi, üst düzeyde soyutlama yetilerini yönlendirebilme kapasitesi, haz duygusunu erteleme kapasitesi’’ (1995, s.62).

Bunlar, çocuğun öğrenmesi ve uygulaması gereken yetişkinlik göstergeleridir. Böylece çocukluğun enerjisi de bastırılarak, ayıp kavramı çerçevesinde yeni bir uygarlık şeması da oluşturulmaktadır. Tipografiden elektroniğe geçişle birlikte yetişkin dünyasının sırları ortaya saçılmış, yetişkinlik ve çocukluk arasındaki sınırlar belirsizleşmiştir. Alver’e (2004) göre, Postman’ın çocukluğun (tıpkı kitap gibi) yok oluşuna yaklaşımında elektronik öncesi çağa karşı nostaljik bir bakış açısı yatmaktadır. Postman, orta sınıf çocukluk tasarımını merkezine almış, çocukluğun zirvesi olarak gördüğü sanayii çağında çocukların çok ağır koşullarda çalıştırıldığını göz ardı ettiği için eleştirilmiştir (2004, s.137). Postman’ın yetişkinlerin simgesel evrenini yayıp demokratikleştirerek çocukluk kavramını gereksizleştirip yok ettiğini belirttiği televizyon, Çocuktan Al Haberi gibi programlar bağlamında tam tersi amaçlarla da kullanılabilmektedir: modern çocuğun yeniden üretimi.



Yazının devamı, III. Bölümde...


Comments


bottom of page