İNCELEME // TENET - NOLAN'DAN ZORLU BİR BAŞYAPIT
- Erman Bostan
- 7 Eyl 2020
- 11 dakikada okunur
Tenet, yok oluş korkularının da var oluş kaygılarının da ayyuka çıktığı küresel bir felaket çağında, ağzı maskeli karakterlerin zamanı manipüle ederek dünyanın geleceği için savaştığı çağdaş bir aksiyon filmi olarak tam da salgının orta yerinde bombayı patlattı. Nolan, bilginin, dolayısıyla gücün paylaşılması ve organize edilmesi sorununu polisiye türünün bir alt grubu olan ajan filmlerinin konvansiyonlarını tersine çevirerek (tıpkı filmin anlatım stratejisi Inversion (evirtme) ile yaptığı gibi) bir tür yeni ilke (tenet) oluşturuyor. Teorik fizik ve sinemasal anlatım stratejilerinin kılıcıyla kuşanmış Tenet çağdaş kültür ve politik iklimle büyüleyici bir dansa kalkıyor.

Christopher Nolan, Memento filminden başlayarak kendisine geniş bir hayran kitlesi oluşturan, çağdaş sinemanın en büyük yönetmenlerinden biri. Ben de o hayran kitlenin içindeki takıntılı bir yazar olarak Tenet’e karşı ne kadar tarafsız olabilirim bilmiyorum ama izin verirseniz onu Nolan’ın başyapıtlarından biri olarak kucaklamak isterim.
Elbette filmin bir çok sevmeyeni var; bazıları yönetmeni ‘şov yapmak’la suçlarken, bazıları filmi anlamamaktan şikayet ediyor. Genel kanı Tenet’in meselesinin belirsizliği, diyaloglarının yoğunluğu, yapısının karmaşıklığı, temponun yüksekliği ve nihayet filmin bütünüyle anlaşılmaz olduğu yönünde. Bunların hepsine katılıyorum. Fakat kolay olacağını kim söylemişti ki?
Bence Tenet bu karmaşıklığı bir strateji olarak yepyeni bir biçimde kullanıyor. Üstelik film metni içerisinde olayların kafa karıştırıcı, akıl almaz boyutu bizzat kahramanları tarafından defalarca dile getiriliyor. Transmedya anlatılarıyla ilgili bölümde bu konuya geleceğim. Fakat Tenet’le ilgili asıl mucizevi olan ve filmi tuhaf bir denklemin içine yerleştirerek onu çağdaş sinemanın başyapıtlarından biri haline getiren unsur Tenet’in verdiği mesajın ve filmde oluşan anlam katmanlarının zenginliği, bu mesaj ve anlam bindirmelerinin içinden geçtiğimiz apokaliptik salgın dönemi ve çağdaş politik sorunlarımızla örtüşen karakteri. ‘’Filmi hiç anlamadım’’, ‘’sıkıldım’’ diyenler için abartılı bulunabilir, ancak okumayı sürdürürseniz açıklama garantisi veriyorum, merak buyurmayın.
Öyle düşünüyorum ki Tenet bazı eleştirmenlerin düşündüğünün aksine çağımızın sinema olayı olarak tarihe geçecek. Yani… Gelecekte… Umarım…
Peki nasıl?

Yazının buradan sonrası filmle ilgili spoiler veriyor, filmi henüz izlemeyenler, aman dikkat!
Film Kiev’deki Ulusal Opera Binası’na gerçekleştirilen bir terörist saldırı sırasındaki kargaşadan faydalanarak binada gizlenmiş nükleer başlığı oradan kaçırmakla görevli Amerikan istihbarat ajanlarını takip ederek başlar. Görev başarısız olur, ajanlardan biri (John David Washington) işkenceyle sorgulanır fakat meslektaşlarını satmak yerine ölmeyi tercih ederek siyanür hapını yutar. Bu açılış sekansında 3 element dikkat çekicidir:
1- Sonradan The Protagonist/Kahraman’a dönüşecek ajanımız, görevin dışına çıkar ve güvenlik güçlerinin opera binasına bomba yerleştirerek sivilleri katletmesini engeller. Tanımlı görevi nükleer başlığı bulmaktır ancak hem görevi hem de hayatını riske atar.
2- Binaya salınan uyutucu gazla kendinden geçmiş sivillerin arasında dolaşarak bombaları toplayan ajanımız sırt çantasında turuncu bir çaput bağlı gizemli biri tarafından evirtilmiş (çarptığı yerden geriye, ateşlendiği silaha doğru hareket eden) bir mermiyle ölmekten kurtarılır.
3- Ele geçirdiği nükleer başlık bütün silah envanterini ezbere bilen üst düzey bir ajan için bile yabancıdır.
Cesur bir Kahraman, gizemli bir kurtarıcı ve gizemli bir silah!
Burada film bir sıçramayla bizi özel olarak dizayn edilmiş bir hasta odasına, ajanımızı ağır yaralı fakat hayatta olarak bulduğumuz, okyanus ortasındaki bir gemiye götürüyor. Ajanımız ölmemiştir, Kiev operasyonu bir testtir, içinden geçtiği ağır işkencede dahi çözülmeyen ajanımız çok gizli başka bir görev için seçilmiştir: Tenet! Kahramanımızı Tenet hakkında bilgilendiren Victor, operasyonun ulusal güvenlik sınırlarını aşan ve insanlığın geleceğini ilgilendiren bir meseleyle bağlantılı olduğunu izah eder. Ajan iyileşme döneminden sonra gizli bir laboratuvara giderek Inversion/evirtme hakkında bilgilendirilir.
Nükleer füzyon kullandığı tahmin edilen, bilinmeyen bir silah yardımıyla evirtilmiş nesnelerin yükleri ters çevrilmiştir, yani yayılım (emission) yerine soğurma (absorption) yapmakta, böylece uzay-zaman dokusu içerisinde entropiyi tersine çevirmektedir. Böylece bu nesneler doğrusal zamanda ileri doğru hareket eden dünyanın aksi yönünde, zamanda geriye doğru hareket etmeye başlarlar. Ajanımız evirtilmiş mermilerle atış talimi yaptıktan sonra o kaçınılmaz soruyu sorar. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Anlaşılan ne evirtmenin nasıl gerçekleştirildiği, ne bulunan nesnelerin tam olarak ne anlama geldiği bilinmektedir. Kahramanımızı eğiten ajan Barbara’nın dediğine göre (‘’anladığım kadarıyla’’ kalıbını kullanır), bomba ve silah parçaları dahil, bir enkazı andıran tüm evirtilmiş buluntular gelecekte yaşanan büyük bir savaştan arta kalanlardır. Ajanımızın görevi bu gizli teknolojinin izini sürerek olası bir üçüncü dünya savaşını önlemektir.

Ajanımız önce ortağı Neil’le (Robert Pattison) tanışır, sonra Priya’dan (Dimple Kapadia) evirtme teknolojisi ve silahlarla bağlantısı olduğu düşünülen karanlık Rus-Amerikan oligark Andrei Sator (Kenneth Branagh) hakkında bilgi alır ve Michael Crosby’den (Michael Caine) eşi Kat’i (Elizabeth Debicki) kullanarak Sator’a yaklaşmak için gereken bilgi ve olanakları edinir.
Filmin bu noktadan sonrası The Protagonist/Kahraman ile kötü adam Andrei Sator ve onun dünyayı yok etme planları arasındaki klasik mücadele biçiminde ilerler. Fakat bu kısmı tarif etmek biraz zor, kafa karışıklıklarının ve homurtuların başladığı yer de burası.
Zaman Yolculuğu, Karmaşık Öykü ve Transmedya Anlatıları
Filme yöneltilen en büyük eleştiri karmaşası ve anlaşılırlıktan uzak oluşu. Tenet zamanda yolculuğu klasik bilim-kurgu sinemasında yaşandığı gibi, yani geriye ya da ileriye dönük zamansal sıçramalarla değil bizatihi entropiyi tersine çeviren, gözle görünen hareketi geri saran bir kurgusal teknoloji yardımıyla gerçekleştirmektedir. Böylece ileri doğru akan gerçeklik ile evirtilmiş obje ve insanları, bu iki zaman yönünün birbiriyle etkileşime girişini aynı anda izleriz. Öncelikle bunun sinema tarihinde görülmemiş bir zaman tasarımı olduğunu unutmamak gerekiyor, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştık. Sonra bir Nolan öyküleme stratejisi olarak izleyici olarak bizler, anlatıyı ancak The Protagonist’in bakış açısından, onun akış içerisinde deneyimlediği, bildiği kadarıyla kavradığımızdan bilgimiz oldukça sınırlıdır. Öykünün katları ve düğüm noktaları zaman içerisinde ağır ağır ve birer birer çözülür. Örneğin, filmin tamamı bilinmeyen bir gelecekte planlanmış bir Temporal Pincer Movement (zaman kıskacı) operasyonu olmasına, film içinde bu askeri strateji birkaç kez denenip uygulanmasına, bütün karmaşık yapı, zamanda oluşturulan bu döngüsel akışa bağlı olmasına karşın ne baştaki laboratuvar sahnesinde, ne bu konuda bilgili Priya ve Neil’den operasyonlar boyunca bu konuda bilgilendiriliriz. Tıpkı The Protagonist gibi izleyici de ‘’zaman kıskacı’’ operasyonunu finaldeki Stalask-12 savaşında öğrenir. En önemlisiyse 7 farklı ülkede geçen olayları önce doğrusal zamanda hareket eden karakterlerin bakış açısından, sonra zamanda geriye doğru hareket eden karakterlerin bakış açısından izleriz. Final sahnesindeki savaşa geldiğimizde tüm izleyiciler allak bullak olmuştur.

Burada olayların akışını ve döngüleri özetlemeye girişmeyeceğim, Google’a ‘’Tenet timeline’’ yazarsanız onlarca grafikle karşılaşacaksınız, ben daha çok bu anlatı stratejisini zaman yolculuğu konseptiyle ilişkilendirerek transmedya anlatılarına bağlayacağım.
Öncelikle filmdeki zaman yolculuğu ya da evirtme konsepti kuantum fiziğinden alınmış bir teorinin sinemanın görsel diline bilim-kurgusal bir tasarım yoluyla tercüme edilmesine dayanmaktadır. Bohr’un da belirttiği gibi makro dünyanın mekanik yasalarıyla mikro evrenin quantum belirsizlikleri ve paradoksları birbiriyle çelişmektedir. Yani bizim gerçeklik algımız ile teorik fiziğin ispatları arasında kapanması pek de mümkün görünmeyen derin bir yarık vardır. Böylece filmin tasarımı her ne kadar kendi içinde kapalı döngüler barındırsa da boşluklar bırakmak durumunda kalır. Bu sebeple film içerisinde seyirciye bir tür delayed gratification (geciktirilmiş doyum) önerilir. Yönetmen seyirciden ısrarla filmin uzay-zaman dokusu üzerine oynadığı oyunları çözüp anlamasını değil, Kahraman ile birlikte olayların akışına girip aynı şaşkınlığı yaşamasını istemektedir. Kahraman da tıpkı seyirci gibi karmakarışık hale gelmiş olaylar silsilesi içine dalıp gider. Hatta finaldeki savaş öncesinde çarpışmayı yöneten komutan Ives (Aaron Taylor-Johnson) Kahraman’ı zamanı doğrusal düşünmeyi bırakması için uyarır. Kahraman da bizimle birlikte aynı zorlantıyı paylaşır. Bu sebeple fragmandan başlayarak Nolan bize ‘’anlamaya çalışma, hisset’’ der. Pattison’un Neil’i Talinn’deki turnikeden geriye Oslo’daki turnikeye hareket ettikleri evirtilmiş yolculuklarında çözümü olmayan Büyükbaba Paradoksundan ve Wheeler-Feynman’ın Soğurma Teorisinden bahsederek Kahraman’a ‘’başın ağrıdı, değil mi?’’ diye seslenir. Bu esprilerin hepsinin bir gerçeklik payı vardır çünkü öncelikle bu bir casusluk filmidir, genel rölativite ve kuantum fiziği belgeseli değil.

Feynman'ın electron/pozitron yokoluş diagramı
Primer (2004, yön: Shane Carrut) adında inanılmaz düşük bütçeli (7000$) fakat bilim-kurgu takipçileri tarafından bilinen bir zaman yolculuğu filmi vardır. Hiçbir görsel efektin, aksiyon sahnesinin olmadığı, günlük olaylara dayalı Primer’de çok daha karmaşık bir olay örgüsü vardır. Karakterler zaman sıçramalarında bölünerek 3-4 versiyon olacak şekilde çoğalır. Bir yerden sonra filmde hangi versiyonun konuştuğunu anlamak nerdeyse imkansız hale gelir. İnternette dolaşan Primer zaman çizelgelerine bakarsanız karmaşanın boyutlarını idrak edebilirsiniz. Zaman çizelgelerini çıkarmak, olayların akışını mantıklı bir bütüne, bir ‘’sıraya’’ oturtmak isteriz fakat olay örgüsü filmsel düzlemde dahi nihayete ermemiş, tamamlanmamıştır: Neil filmin sonunda yaşananların tamamının Kahraman tarafından planlanmış devasa bir zaman kıskacı operasyonu olduğunu ve olayların ortasında bulunduğumuzu söyler. Zaman yolculuğunun dayandığı temel paradokslara karşı dürüst davranan her anlatıcı öykülerini bu belirsiz noktalarda bitirmek zorundadır.

Primer'in zaman çizelgesi
Biz atomaltı parçacık fiziğinin teorik yaklaşımlarını sinemasal kurgunun tasarımlarında temsil eden bir filmden hızlı anlaşılır, kolay tüketilebilir bir seyir tecrübesi bekleyerek filme sizce de haksızlık etmiyor muyuz? Dolayısıyla Tenet günlük kavrayışımızla çelişmek zorunda olan bir paradoksa dayandığı için ağzıyla kuş tutsa bile her zaman bir açık kapı bırakmak zorundadır. Böylece Nolan, bu mekanizmayı film içerisinde abarttıkça abartır ve sanırım bunu diyalogları yoğunlaştırarak, tempoyu hızlandırarak (bu yapım sürecinde filmin uzunluğuyla ilgili mecburi bir kurgu olabilir, unutmayalım ki film 150 dakika) ve birbiri içine geçmiş çemberler, zaman kıskaçları yaratarak yapar. Bütün yapıyı tek bir seferde anlamak oldukça zorlaşır, fakat turnikelerin işleyiş mantığını ve hikayenin ileri ve geri gidişlerini ve nihayet filmin temel meselelerini müthiş bir görsel ziyafet eşliğinde kavramak pekala mümkündür.
Nolan’ın Syncopy’si ile Warner Bros. işbirliğinin ürünü olan Tenet bu anlamda açıkça bir transmedya anlatısı olarak kurgulanmıştır. Diyalogların yoğunluğu, öykünün karmaşası, ilk izleme tecrübesinin yetersizliği ve film hakkında araştırma yönünde bir itki doğurması yapımın bilinçli bir kurgusudur. Hikaye bir çok eleştirmenin aşağılayarak bahsettiği Youtube analiz kanalları, Twitter hesapları, bloglar, gazeteler, incelemeler vb. yoluyla açılıp genişleyecek ve daha çok anlaşılacak bir yapı olarak tasarlanmıştır. Bütün hikayeyi tüm detayları ile iki buçuk saat içerisinde kavramamızı beklemediklerine göre, filmin katman katman açılarak geleceğe gönderilmiş bir zaman kapsülü gibi hareket etmesinin arzulandığı söylenebilir. Filmde Priya, e-maillerin, yazıların, kaydedilen her şeyin zamanda yolculuk yaptığından bahseder. Bu anlamda sinema da bir zaman makinesi olarak görülebilir. Reddit kullanıcıları zaman çizelgeleri çıkaracak, her izleyici hikayeye başka bir parça ekleyecek ve anlatı web siteleri, sosyal medya hesapları ve filmin kendisi arasında gidip gelerek, kendi zaman yolculuğu içerisinde açılıp genişleyecektir. Burada Jenkins’in dediği hayran kültürü devreye girecek, Nolan’ın bile düşünmediği olasılıklar bu kolektif zekanın eseri olarak üretilip yayılacak, hikaye ağda yeniden ve yeniden yazılacaktır. Örneğin Neil'in Kat'in çocuğu Max olup olmadığı üzerine teoriler geliştirilecek, film Nolan'dan koparak kolektif zekanın bir üretimine dönüşecektir. Bilginin bu paylaşımı bizi filmin felsefi ve politik alt metinlerine götürmektedir. Filmin sonunda Kahraman’ın söylediği gibi ‘’Görevin kumaşında yeni bir geçmiş dokunacaktır.’’
Ajan Filmlerinde İdeoloji, Bilgi/Güç ve Küresel Felaket Çağında Paylaşım Sorunu
Tenet kelime anlamı itibariyle ilke, prensip, doktrin, görüş demektir. Filmde organizasyonun adı olan Tenet değil de bu anlamda birkaç defa kullanılır. Kahraman laboratuvardaki evirtme eğitimine güvenlik yeleği ve elinde bir not defteriyle gelir. Laborant ajan Barbara ona ‘’Eğer sırtında bir güvenlik yeleği, elinde bir dosya varsa tüm binalara girebilirsiniz.’’ der. Kahraman ona ‘’Unutulmuş bir ilke (tenet)’’ diye cevap verir. Dolayısıyla filmsel gerçeklik içinde Tenet istihbarat biriminin adı olduğu kadar bir casusluk doktrini olarak da kullanılır. Tenet ajanların sahada belirli esaslara göre hareket etmelerini ifade eder. Mumbai’deki ilk karşılaşmalarında Neil’in içki teklifini geri çeviren Kahraman bu prensiplere göre hareket etmektedir; silah kaçakçısını ölümle tehdit ederken onu konuşturmak için yapmayacağı hiçbir şey olmadığını hatırlatan Kahraman yine aynı ilkeleri öne sürer; Barbara işinin görevin ne’liğini sorgulamak değil, nasıl yapılacağıyla ilgilenmek olduğunu söylediğinde de, ‘’işimiz bitince seni öldürmem gerekiyor’’ diye espri yaparken de, ‘’bizim işimizde birinin sözünü tutmasının ne anlamı var?’’ diye yakınılırken de aynı doktrinlerden bahsedilmektedir.

Film içerisinde giderek ‘’tenet’’ değil de ‘’Standart Operasyon Prosedürü’’ olarak kodlanan bu kurallar manzumesi aynı zamanda ajan filmi türünün de konvansiyonlarını oluşturmaktadır. Bir ajan hiç kimseye güvenmez, onlara da güvenmemek gerekir, hepsinin gizli bir ajandası vardır. Ahlaki ilkeler değişmez esas olarak kabul edilemez. Ajan bilgi/gücü elde etmek için yalan, şantaj, tehdit, işkence, cinayet dahil her türlü suçu işlemekte serbesttir. Düşman şeytanlaştırılmıştır, onu alt etmekte kullanılacak her yol mubahtır. Tek değişmez ilke/tenet görevin kendisine sadakattir, dolayısıyla bağlı bulunan İktidar/Emirverici tanrıdır, emir-komuta zincirini bozacak hiçbir sorgulama, hiçbir eleştiri görevin gerçekleştirilmesini engellememelidir. James Bond, Ethan Hunt, Jason Bourne gibi ajanların takip ettikleri şema budur. Tenet’in Kahraman’ı da bu şemayı takip ediyor gözükmektedir. Film boyunca casuslar kendi aralarında bu doktrinler hakkında espri yaparlar. Ancak filmin finalinde bu yapı ikili bir kod kullanarak parçalanır.

Sean Connery'nin Bond'u (1971)
1- Doktrin yok sayılarak bilgi/güç paylaşılır, böylece her parça tek başına hiçbir anlama gelmeyen (Priya – ‘’Bilgisizlik bizim gücümüz!’’) ve ancak bir araya geldiğinde canlanan tehlikeli bir iktidar mekanizmasının boş gösterenleri haline gelir.
2- Kendini tanrı sanan kötü adam bir kurban olarak temsil edilir. Eğer bütün film The Protagonist’in bir zaman kıskacı operasyonuysa, Sator da bu kıskaç içinde kıstırılmış, döngü boyunca ölmeye yazgılı bir kurbandan başka bir şey değildir. Nefret etmemiz gereken düşman nükleer bir kazayla yıkılmış, haritada bile görünmeyen harabe bir Sovyet şehri, Stalask-12’ye gençliğini gömmüş, kanser hastası biri olarak dramatize edilmektedir. ONu trajik sona sürükleyen kendisini tanrı sanmasıdır. Cesedi mitolojik bir biçimde ayağından iple bağlanıp sürüklenir; bu Akhilleus’un Hektor’u Troya önünde sürüklemesini andırır.

Ele geçirilmeye çalışılan Algoritma adlı silah dünyayı evirtme gücüne sahiptir. E, olsun evirtsin tüm dünyayı diyemiyoruz çünkü -burası da biraz karışık- doğrusal zaman çizgisinde ilerleyen kişi ya da nesne evirtilmiş kendisiyle karşılaşmamalıdır. Doğrusal ilerleyen Kahraman elektronlar ise, Wheeler ve Feynman’a göre, enerjisi tersine çevrilmiş anti-kahramanlar pozitronlardır. Elektron ve pozitronlar birbirinin yansımalarıdır, biri emisyon diğeri soğurma etkinliğindedir, enerjinin zamanda ileri ve geri dönük zaman-simetrik yolculuğunu ifade ederler. Neil’in belirttiği büyük yok oluş (annihilation) fizikteki bu iki yükün birbiriyle çarpışması sonucu enerjinin serbest kalmasını ifade eder. Parçacık ve karşıt parçacık çarpıştığında girdiği reaksiyonu kullanan Algoritma silahı, dünyanın entropisini tersine çevirerek her parçacığı kendi karşıtına dönüştürecek, varsayım o ki çarpışmada her şey yok olacaktır. Algoritma, 9 parça Plütonyum 241’den oluşmaktadır ve oyunun ‘’üstün amacı’’ kötü adam Sator’un son parçayı bulup silahı tamamlamasını engellemektir. Sator’un planı ayın 14. gününde, Vietnam’daki teknesinde intihar ederek Stalask-12’ye gömülen bombayı aktifleştirmektir.

Zaman kıskacı operasyonu kazanılıp bomba ele geçirildikten sonra savaş meydanında Ives, Neil ve Kahraman kalır. İlke/Tenet’e göre silahı alan kişi, Algoritma’nın bilgisine sahip olarak diğerlerinin canlı bir biçimde buradan ayrılmasına izin vermemelidir, bu doktrin operasyon başlamadan önce Ives ve Kahraman arasında konuşulmuştur. Piramitleri bitiren işçilerini diri diri gömen Firavun misali görevi tamamlayan ekipten sadece silah/bilgi/gücü elinde bulunduranın hayatta kalmasına izin vardır. Fakat film burada alamet-i farikasını gösterir. Filmin başından beri tenet/ilke ile derdi olan Kahraman silahı 3 parçayı bölüp dağıtmayı önerir, böylece bilgi/güç paylaşılmış olur. Başlangıçtaki Tenet/ilke böylece evirtilerek tersine döner. Bilgiye el koymak, onu tek bir merkezde toplamak ve diğerlerini yok etmek üzerine kurulu mekanizma çöker. Böylece yepyeni, baş aşağı dönmüş, fakat palindrom yapısı sebebiyle yine de bir doktrin olan başka bir tenet kurulur. Başlangıçta şöyle deniyordu: ‘’Sana verebileceğim tek şey bir kelime: Tenet!’’ Artık Tenet’in anlamı değişmiştir. 21. Yüzyılın ilk çeyreğini bitirirken dünyayı kaosa ve yıkıma sürükleyen politik güçlerin kadim tavrında, film boyunca alttan alta süregiden ‘’standart prosedürler’’de ve casus filmlerinin konvansiyonlarında bulunmayan bu yeni güç ilkesi bizzat Kahraman tarafından oluşturulur. Hatta Kahraman tam bu noktada kendisini gerçekten kahramanlaştırır.
Bilginin/gücün eşit ve adil bir şekilde paylaşımı sorunu, özellikle Covid-19 salgını sonrasında bizzat doğanın şiddetiyle cezalandırılan insan türü için çözülmesi gereken elzem bir problem olduğunu ispatladı. Nolan’ın başyapıtı Tenet başlangıçtaki ilkeyi, tıpkı filmin yapısında işlettiği mekanizmada temsil ettiği gibi, ideolojik olarak da ters yüz ederek örneğine az rastlanır çok katmanlı bir film ortaya koymaktadır. Tenet sadece bir kelimedir, onu baştan ya da sondan okumanız hiçbir şey değiştirmez. Önemli olan Neil’ın da dediği gibi zaman değil, hayatta kalmaktır. Nolan’ın son büyük eserinin seyircisine verdiği mesaj budur.
BONUS: Tenet İle İlgili Birkaç İlginç Detay
Senfoni orkestralarının konser başlamadan yaptıkları ısınmaları hep görkemli bulmuşumdur. Her enstrümanın aynı anda belirli bir perdeden çalınması, hem belirli bir kaos hem de belirli bir düzen örüntüsü içerisinde, ürpertici bir atmosfer yaratır. Film tam bu anda başlıyor. Kamera yavaşça salonun içinden fuaye bölümüne doğru açılırken arka planda bir tuhaflık olduğunu sezeriz. Orkestra şefi kürsüsüne çıkar, müzisyenler yavaşça sessizleşir, şef sopasıyla noktayı koyduğu anda teröristlerin ateşi başlar. Bu an hem tempo olarak mükemmel organize edilmiştir hem de filmi adeta bir senfoni gibi başlatır.
Stalask-12’deki çarpışmada zamanda ileri doğru hareket eden Kırmızı Takım ile evriltilmiş Mavi Takım Sator’un askerleriyle çarpışırken bir binayı iki biçimde ve aynı anda vururlar. İleri doğru hareket eden ekibin bakış açısından binanın çatısı havaya uçarken, geri doğru hareket eden ekibin bakış açısından bina çöker. Fragman’da da bir kısmı kullanılan bu sahne görüp görebileceğiniz en sürrealist patlama sahnelerinden biridir.
Kahraman’a hiçbir zaman ismiyle hitap edilmez. Böyle bir girişimde ilk bulunan Kat’dir. Sahte tabloyu satmaya çalışarak Sator’a yanaşmaya çalışan Kahraman’ın adını öğrenmek için Kat ‘’Bay?’’ diyerek yaklaşır. Kahraman, ‘’Goya’’ diyerek cevap verir. Kat ‘’Anlamadım’’ diyerek düzeltmeye çalıştığında Kahraman sahte tabloyu çıkarır.
Opera baskınındaki ajanların parolası ‘’We live in a twilight World’’, Sator tarafından Kahraman’a tehdit olarak geri döner.
Neil’in tüm bu zaman manipülasyonlarıyla ilgili inancı ‘’What’s done is done‘’ (olan olmuştur) ünlü Shakespeare sözü ‘’What’s done, cannot be undone.’’ cümlesinin de bir versiyonudur.
Gelecekte silahı yapan bilim insanının kim olduğu, silahı nasıl yaptığı, dünyanın geçmişini yok etmek isteyen düşmanların kim olduğu (Büyükbaba Paradoksu), silahın gerçekten çalışıp çalışmadığı belli değildir. Her şey kurmaca bir oyunun içinde sahneleniyor gözükmektedir.
Sator’un kendisini aldattığını düşündüğü kadın Kat’in kendisidir. Oslo’daki Freeport’ta kendisiyle savaştığını düşündüğü kişi (‘’Antagonist/düşman’’ der ona) Kahraman’ın kendisidir. Bu tema Antik Yunan oyunu, Kral Oidipus’tan beri anlatı ve grafik sanatlarında temsil edilen insanın kendi kendisiyle savaşının bir çeşitlemesidir. Oyunda Oidipus kör bilici Teresias’a şehrin üstündeki lanetin kaynağını, düşmanın kim olduğunu sorar. Tereasias şöyle cevap verir: ‘’Aradığın kendinsin.’’ Düşmanı dışarıdaki başka insan ya da varlıklara aktaran projeksiyon/yansıtma süreci insan psikesinin temel mekanizmalarından birini oluşturur. Filmde Freeport’ta gördüğü Antagonist/Düşman’ın kendisi olduğunu neden söylemediğini sorduğunda Neil insan programının temelindeki mekanizmanın bastırmak üzerine kurulduğunu söyler. Sır, modifikasyon, yansıtma sanatsal üretimin bir yöntemi olduğu kadar insanın benlik inşasında da aktif bir ajan olarak çalışmaktadır.
En eskisi Pompeii’de bulunan Sator Karesindeki her isim film içerisinde kullanılmaktadır. Sator, kötü adam Rus Oligark’ın ismidir. Arepo Goya tablosu’nun sahtesini Sator’a satarak Kat’i kocasının tutsağı haline getiren sanat taciridir. Film Kiev’deki Opera binasında başlar ve Rotas Freeport’un güvenlik firmasının adıdır. Karenin merkezinde bulunan Tenet gibi diğer kelimeler de elbette beş harflidir ve Oslo’daki turnikenin inşa edildiği yapı beşgen bir mimari yapıdır. Kahraman operasyon öncesinde yapının merkezinde ne olduğunu merak eder, beşgen palindromun merkezinde Nolan’ın N’si vardır. :)
